24 Ocak 2011

Vurulduk ey halkım!



Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım unutma bizi...
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım,
unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...


Sesleniş, Uğur Mumcu
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi,25/08/1975

Berkan Meral Pazartesi, Ocak 24, 2011

16 Ocak 2011

Bizim stadımızın farkı kolonları


Bu yazıyı yazmamın amacı içimdeki duyguları biraz olsun siz ağabeylerim, kardeşlerimle paylaşabilmek…
Bugün güne başlarken Seyrantepe’den geçtim. Gerçekten güzel, gösterişli bir stat olmuş… Aklıma daha önce yaşadığım bir olay geldi…


Bundan 3 yıl önce bir arkadaşımın ısrarları ile Kadıköy’de rakip takımın maçını izlemeye ikna oldum. Arkadaşımın özel şöförünün kullandığı araçla Saraçoğlu’na gittik. Kendilerinin locaları olduğundan dolayı 5 yıldızlı otel oto parkı tadında bir otoparka girdik. Orada bey diye hitap edilerek karşılandık…

5 yıldızlı bir asansör ile üst kata çıktık. Arkadaşımda büyük bir hevesle bana stadı gezdirdi. Özel yemek yerleri, lüks mağazalar, özel dinlenme odaları, tertemiz tuvaletler… Derken deri koltukların bulunduğu localarına girdik. İçerde bir bayan artık bize hizmet ediyordu.

Derken maç başladı. Bir çoğu içerde televizyondan deri koltuklarına oturup izlemeyi tercih etti… Biz dışarıdaki deri koltuklarda oturduk. Arkadaşım bana nispet yaparcasına ; kardeşim üşüyorsan hemen ısıtıcıları yakalım dedi… Derken devre arası oldu. Bana yemek yer misin dedi. Menüde ne vardı ?

Ekmek arası köfte ? Döner ? Ya da çekirdek? Statta döner yiyelim ayıp olmasın dedim. Aman tanrım döner tabakla geldi. Derken maç bitti arkadaşım döndü ve bana gördün mü bizim büyüklüğümüzü dedi… Güldüm, dedim ahh be kardeşim sen buna büyüklük diyorsun demek. Gel ben sana birde ŞEREF BEY stadında bir günümü anlatayım dedim. Yeşilyurt’ta beklersin sarı dolmuş sırası sana gelmez. Varırsın Taksim’e elinde bir bayrak, başlarsın yürümeye. Yokuştan aşağıya, oradan ver elini BEŞİKTAŞ. Menüde 2 bira, bir ekmek arası köfte. En pisinden. Oradan gidersin stada, hava yağmurlu, donarsın titremekten ama iki satır haykırdın mı sevgini orada gerek yoktur ısıtıcıya! Bastı mı Beşiktaş aşkının ateşi yüreğini, yanarsın zaten. Birde Beşiktaş yenilirse tüm günün yorgunluğu üstüne yürürsün bu sefer yokuş yukarı dolmuşların oraya.. Birde beklersin sıra.. Bunca eziyetin üstüne varırsın evine. Bir çorba içer yatarsın gece. Yattığında ayaklarının altı su toplasa da, içindeki Beşiktaş aşkı ve sevgisi unutturur her şeyi!

İşte bugün Seyrantepe’den geçtim. Hayırlı olsun yeni stadları. Gerçekten çok güzel, eminim güzel yemekler, güzel deri koltuklar ve daha fazlası vardır. Isıtıcılar bile vardır, ısınırlar.

Ama kendi kendime dedim ki ; babam doğru söylemiş. Evin değeri içindeki mobilyalardan anlaşılmaz oğlum, evin değeri içindeki birlik ve beraberlik içtenlik ve huzurdur…

Bizim evimiz sizinkilerden farklı… Bizim evimizin kolonlarının sağlamlığı, birliğimizden beraberliğimizden gelir.

BİRLİĞİMİZ BERABERLİĞİMİZ DAİM OLSUN...

Yazı Mehmet Nuri Develier tarafından yazılmıştır.
forzabesiktas.com adresinden alınmıştır.

Berkan Meral Pazar, Ocak 16, 2011

05 Ocak 2011

Mevlana'dan



Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol.

Hz.Mevlana

Berkan Meral Çarşamba, Ocak 05, 2011

02 Ocak 2011

Mücadele

"Mücadele edenler her zaman kazanamazlar.
Ancak kazananlar hep mücadele edenlerdir!"


Berkan Meral Pazar, Ocak 02, 2011

Seneca'dan


Kimi insanlar yaşamda hiçbir amaca sahip olmadan yaşarlar.Bu gibi insanlar,bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler.Onlar gitmez;ancak suyun akışına kapılarak akar giderler.

Seneca

Berkan Meral Pazar, Ocak 02, 2011