Rengârenk bahçenin masmavi deniz kokusunda, yemyeşil çimen kokusunda karartılmaya çalışılan bir gül. Siyah puslu bir gecenin ardından yağan bembeyaz karı delmeye çalışan bir kardelen edâsıyla çırpınan, küllerinden doğmaya çalışan bir Anka kuşu. Ya da ölümü beklercesine yalnız bırakılmış ve şairin ifadesiyle “Ne buğday tanesi ne de rüzgâr sadece bir yalnızlık ve garip ecel duygusu”. Aslından onun adı sevgi, onun adı hoşgörü. Tanrı dağları kadar dik başlı, Yesevi’nin ocağında yanan ateş gibi sıcacık. Çin saraylarını basan Kürşat ve atının nallarını İstanbul surlarına süren Fatih gibi atılgan ve çevik. Onun adı “Türkçe”.Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar binlerce yıldır var olan ve dünyayı fethetme tutkusunu içinde barındıran, zehirli sarmaşıklarla çepeçevre sarılmış olmasına karşın ümit var olan Türkçe.
Akif’in dilinde istiklâl olmuş, Necip Fazıl’da Sakarya, Atsız için bir kahramanlık, Serdengeçti için bir ağıt. Bazen de Nazım’ın dizelerinde bir yıldız ya da kayın ormanı.
Onu güzelleştirdiği iddia edilen zehirli sarmaşıklardan uzak. Evet, belki bugün uzaklaştık o sarmaşıklardan, elimizden geldiğince arındık, tertemiz olduk belki de. Ancak kaktüsleri göremeyecek, devetabanlarını göremeyecek kadar körleştik. Kültür emperyalizminin eline düşen bir bahçıvan makasıyla gürleşmesi için budarcasına değil, kökünü kurutmak istercesine katlediyoruz dilimizi. Büyük kar yığınları altında güneşi ümitle bekleyen kardeleni boğuyoruz. Sarmaşıklardan arınıp tam da yeniden küllerimizden doğacakken küllerimizde boğuyoruz kendimizi. Ziya Gökalp’i, Namık Kemal’i kendi elimizle yok ediyoruz. Yahya Kemal’in akıncılarını “Sessiz Gemi”sine bindirip uzaklara gönderiyoruz. Isparta güllerinin yerinde ithal orkideler dolup taşmış. Gül bahçemize Amerikan çöllerinden kaktüsler girmiş sinsice ya da gerçek yüzünü göstermeden gelen Avrupalı lâleler.
Sorguluyor muyuz acaba kendimizi? Neden, Nasıl, Niçin… Kurtulmak için ne yapıyoruz acaba bu dil yozlaşısından. Daha doğrusu yanlışın nerede olduğunu görebiliyor muyuz? Evet, yanlış apaçık ortada ve cevap Attila İlhan’ın satırlarında haykırıyor. “Giydiğimiz batının deli gömleği”. Bu deli gömleğini çıkarmak zorundayız artık, kurtarmak zorundayız dilimizi emperyalizmin kirli ellerinden. Evet, hepimiz yapmak zorundayız bunu. Elimizi taşın altına koymak zorundayız. Bir adım geri çekilerek olmaz, bir adım daha ileri atarak. Tanrı dağları kadar dik başlı ve Yesevi’nin ocağında yanan ateş gibi sıcacık sevgi dili için, Türkçe için…
Yazar:Metehan Çağrı
Kaynak:Söz Konusu
Hakkımda
Gazi Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümünü 2013 yılında bölüm üçüncüsü olarak tamamladım,Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü 2015 yılında onur derecesiyle tamamladım. Halen Gazi Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü Yüksek Lisans öğrencisiyim. İstanbul'da Meb'e bağlı bir okulda Bilişim Teknolojileri öğretmeni olarak çalışmaktayım. Elimden geldiğince paylaşımda bulunmaya çalışıyorum :)
0 yorum :
Yorum Gönder